25 Nisan 2013 Perşembe

İNEK / گاو / GAAV


Yapım: 1969 | İran
Yönetmen: Dariush Mehrjui
Senaryo: Dariush Mehrjui 
Başroller: Ezzatolah Entezami, Ali Nassirian, Jamshid Mashayekhi

Pehlevi rejimine açıkça eleştiri getiren Dariush Mehrcuyi’nin İnek filmi Şah’ın damadının başında bulunduğu Kültür ve Sanat Bakanlığı tarafından yasaklandı, ancak iki yıl sonra filmin jeneriğine hikâyenin 50 yıl önce, yani Pehlevi rejiminden çok önce geçtiğini gösteren bir ibarenin eklenmesiyle gösterim izni alınabildi. 








Filmin hikâyesi ve senaryosu psikolog Gulam Huseyin Saidi’ye aittir. Köydeki tek ineğin sahibi olan Meşhedi Hasan’ın adeta canından çok sevdiği ineği, Hasan’ın köyde olmadığı bir dönemde hastalanır ve köylü tarafından kesilip, gömülür. Hasan’ı üzmek istemeyen köylüler Hasan’a ineğin kaçtığını söylerler, fakat Hasan gerçeği anlar ve kendisini ahıra kapatır ve inek gibi yaşamaya başlar.




Bu film, bir inek ile sahibi arasındaki çizginin pek de kalın olmadığını, insanın derinliklerinde tartışmasız hayvansı bir doğaya sahip olduğunu açığa çıkarmıştı. Venedik film festivalinden gelen büyük ödül de, bu çalışmanın olağanüstülüğünü perçinleyen bir başka faktördü[1]. Avrupa gazetelerinde, “İnek filmi ve Mehrcuyi, Venedik Film Festivali’nin bu yılki en büyük keşfidir.”, “Mehrcuyi, yeni bir Passolini’dir.” gibi yorumlarla İran Sineması dikkat çekti. Mehrcui’nin Postacı (Postçi, 1972) filmi de 1972’de Cannes’da yer aldı[2].


Gav filmi imam Humeyni tarafından da çok beğenilip devrimden sonra gösterime koyulur. Ali Şeriati ise alinasyonu[3] ve insanın modernizm karşısında yabancılaşmasını anlatırken bu filme atıfta bulunur. Şeriati, bu film için; “İran’da üre­tilen en insanî film, bu inek filmidir[4] der, ne var ki o dönemler sansüre uğrar[5].




Humeyni'nin film hakkında görüşleri. 


Bana göre filmin en etkileyici sahnesi yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kare. Meşhasan'ın üzüntüsü çok gerçekçi idi.


Hasan ile İslam'ın isimlerinin başına gelen Meş eki nedir diye merak ediyorsanız küçük bir not; Meşhed'deki İmam Rıza türbesini ziyaret eden bir Şii, geleneklere göre artık yarım hacı sayılır ve ismine bu ünvan eklenir. 

Filmin yönetmeni; Dariush Mehrjui...




[1] Fatin Kanat, İran Sinemasında Kadın, Dipnot Yayınları 2007, s:31
[2] [2] Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf
[3] Alinasyon, âline [aliéner] kökünden gelmekte olup insana cinin hulul etmesi [girmesi] anlamına gel­mektedir. İşte bu anlamda, eskiden, deliren biri için, “kendinden uzaklaştı, kendini tanımıyor, aklını yitirmiş, kendinde değil, bir başkası oldu” derlerdi. Yani diva­ne ve mecnun olmuş; cin [div] ona hulul etmiş [aline ol­muş] ve aklını, duygusunu ve kişiliğini yiyerek onun insanî kimliğinin ve bireysel kişiliğinin yerine geçmiştir; o kendisini duymamaktadır, cini kendisi sanmaktadır. [ Ali Şeriati, İSLAM BİLİM; DERS-8 ]
[4] (Şeriati, 2011)

BEYAZ BALON / بادکنک سفید / BADKONAK E SEFİD 1995




Yapım: 1995 | İran
Yönetmen: Jafar Panahi
Senaryo: Abbas Kiarostami 

Filmin senaryosu balık almak isteyen bir kızla alakalı iken adı neden Beyaz Balon olmuş diye merak ettiğim, izleyince taşların yerine oturduğu film. 

Cafer Panahi'nin ilk uzun metrajlı filmi olmasının yanısıra senaryosu Kiyarüstemi'ye ait. Panahi, uzun zaman Kiyarüstemi'nin yanında tabiri caizse çıraklık yapmış bir isimdir. 

Filme geçmeden önce Cafer Panahi'nin şuanki durumundan bahsetmeliyim, zira kendisi rejim karşıtı film yapmak ve yine rejim karşıtı kişilerle ilişkide bulunmak suçundan 20 yıl film yapması yasaklanmış ve hapis cezası almıştı. Yaptığı açlık grevi ile dünya gündemine oturmuştu. Bildiğim kadarıyla hala İran'da, kendisi İran'da kalıp mücadele etmek istiyor. Zaten yurt dışına çıkma yasağı var ve bu yüzden Cannes Film Festivali'ne katılamadı. Alttaki fotoğraf son zamanlarda Abbas Kiyarüstemi ile birlikte çalışan  Juliette Binoche'nin Cannes'taki protestosundan bir kare. 






Gelelim filme; simgeler üzerine kurulmuş bir film, zaten İran'ın sansürleri karşısında başka nasıl film yapılabilir ki?

Yönetmen İran'da yabancılara bakışı bir çocuk gözüyle irdeliyor aslında ve Nevruz gününde bir kız çocuğunun gözünden İran sokaklarını ve fakir yaşantısını  bizlere sunuyor. Abi karakteri  ile bizlere Doğu'da erken yaşta büyümek zorunda kalan erkek çocuklarını, terzi ile suçu hep başkasında arayan ve bahaneleri bitmeyen İran'ı anlatıyor bana göre. 




En son baloncu çocuğun bir nevruz gününde elinde kalan son beyaz balonu ile kepengi kapalı bir dükkanın önündeki görüntüsüyle bize veda eden bir yapıt. Belli ki burada da siyasi bir mesaj var ama bunun okumasını yapmak biraz tarih bilgisi gerektiriyor. Burada herkes çocuğu Afgan zannetmiş, çocuğun Tacik olduğunu savunanlarda var. 


Burada sözü Cihan Aktaş'a vermeliyim, "Dünya Bülteni" nde güzel bir yazı kaleme almış, paylaşmakta fayda var. İyi okumalar... 


Cafer Penahi ve siyaset
İranlı yönetmen Cafer Penahi, altı yıl hapse mahkum edildi. Bana hapis cezasından daha dikkat çekici gelen, sanatçının yirmi yıl boyunca sinema çalışmalarından mahrum bırakılması hükmü oldu. Bir sanatçının üretimden alıkonulmasından daha ağır bir ceza olur mu...
Penahi, sinemasıyla siyasal tavrını ayırt etmeyen bir yönetmen. Esasında bir devrimin ardından gelişen İran sinemasının yeni kuşak yönetmenlerinden beklentilerine aykırı düşmeyen bir sinema anlayışı bu. Yeni İran sineması toplumsal duyarlığa sahip olacak, bununla birlikte kaba bir propaganda aracı olarak da şekillenmeyecekti. Kısacası sinemacılardan mesailerini Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi resmi ideolojinin hizmetine adamaları beklenmeyecekti. Hakikat arayışı, insanın özündeki iyiliği açığa çıkartan keşifler, estetik ve mükemmellik arayışı... Bu başlangıç ilkelerinin yeni İran sinemasını özgün kılan etkilerinden kimse şüphe duyamaz. Şimdi anlaşılmaz görünen, sanatçının siyasete ilgisinin niceliğini belirleyen kıstaslardır. Bir filminin sahnesinden türlü yorumlar okunarak suçlanacak olan yönetmen, sembolik anlatımlara ve çocuksu dilin imkânlarına sığınmaya devam mı edecek...
Birkaç yıldır ülkelerinde temsil ya da katılım, fikirlerin beyanı gibi konularda sıkıntı yaşayan İranlı yönetmenler, eleştirilerini bazen Daryuş Mehrcuyi ve Behmen Fermanara gibi kısmen metaforik, bazen de Rahşan Beni İtimat ve Penahi gibi filmlerinin gişede gösterime sokulmaması pahasına apaçık bir şekilde ifade ediyorlar. Ya da Asgâr Ferhadi'yle Ali Refei misali gişe kaygısıyla Hollywood sinemasından uyarlama, Kubrick ve Haneke etkisini belli eden seri cinayet ve psikolojik gerilim filmleri yapıyorlar.
Son yıllarda siyasallaşmış yönetmenler arasında ismi en çok geçen yönetmen, sanırım Cafer Penahi'dir.
Sinema anlayışına yakınlık duymasam da takip etmeye çalıştığım bir yönetmen, Penahi. Onun sinema dili, yeni İran sineması idealiyle bazen örtüşür, zaman zaman da ayrışır.
Hayal Perdesi dergisinin Eylül sayısında yer alan "Mutsuz Filmler" dosyası için yazdığım "Yüzlerce Gizli Dünyadan Bazıları" başlıklı yazıda da irdelemiştim, Penahi sinemasının bu aradalığını.
Penahi, İran sinemasının "İslami" duyarlıkla buluşmayan sol-liberal eğilimli çizgisinin süreğinde değerlendirilebilecek bir yönetmen. Yeni sinemaya ayrıcalık kazandıran kimi nitelikleri onun filmlerinde de görmek mümkün. Hayatın ince ayrıntıları, çocuk bakışının derinliği, tabiattan öğrenme, sıradan insanın hayatındaki sürprizler... Bunlara karşılık pek çok İranlı sinemacının filmlerinde karşınıza çıkabilecek geleneksel sürekliliği veya geleneğin sunduğu imkânları hatırlatan figür ve temalara pek rastlanmaz onun filmlerinde. Pek çok yönetmenin sinemasında bir şekilde beliren - vitray pencere gibi- geleneksel hayatların derinliğine göndermede bulunurken geleceğe de umut ışıklarını ilettiği hissini veren figürler, Penahi'nin filmlerinde özellikle yer almazlar.
Yukarıda belirttiğim gibi Penahi yeni kuşak sinemacılar içinde en fazla politize olan yönetmen. 12 Haziran 2009 seçimlerinden sonra reformistlere yönelik baskıları konu alan faaliyetleri nedeniyle bir ara tutuklandı ve yüksek bir kefaletle serbest bırakıldı. Ülkesindeki siyasal atmosferle ilgili sıkıntıları sinemasına da yansıyor ve Penahi, mesela "Kanlı Altın" (2003) filminde bir savaş gazisini öncelikle ister istemez toplum ve devlet tarafından yeterince desteklenmediği için karanlık işlere tevessül eden bir tip olarak resmetmeyi yeğliyor.
Bana pesimist bir yönetmen olarak görünen Penahi'nin ufkunda insanlar çare arayışına izin vermeyen bir kısır döngünün mahkûmu olarak dolaşırlar ortalıkta ya da kapana kısılmış olmanın çaresizliğini, umutsuzluğunu sergilerler; yönetmenin "Beyaz Balon" gibi, İran sinemasının çocuk merkezli filmleri çerçevesinde yer alan iyimser filmi bir yana... "Daire" filminin kadın kahramanları, Nevval el-Saadavi'nin "Sıfır Noktasındaki Kadın"ının kahramanı gibi, kurtuluş için ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, toplumun vurduğu damgaya kanunların engelleri de eklendiğinde, başladıkları noktaya geri dönerler; kurtuluş için sürdürdükleri zorlu koşunun ardından.
Penahi sineması yeni İran sineması içinde yine de kendine bir yer buluyor; ne de olsa İran sineması, geçen yıllar içinde farklı bakış açılarını hazmedebilecek bir yapıya sahip olduğunu göstermiştir. Buna karşılık Mina Ekberi'nin Şark Gazetesi'ndeki yazısında altını çizdiği gibi, dünyanın en siyasi sineması giderek siyasi filmlerden yoksunlaşıyor. (20 Kasım 2010)
İranlı yönetmenler siyasetle ilgilenme konusunda hep yüreklendirilmiş ve özellikle Hatemi hükümetleri döneminde, siyaseti belirleyen, siyasette söz hakkına sahip olduklarına da inançlarını yansıtan filmler yapmışlardır. Siyasetle bunca iç içe yönetmenlerin filmleri kaçınılmaz olarak bir yanıyla (ve çok doğal ifadelerle) siyasete dokunur. Giderek "sanat için sanat" görüşünü benimsediği ileri sürülebilecek Mahmelbaf filmlerinde dahi siyaset, filmin dokularına sızmış olarak varlığını sürdürmez mi...
Ayetullah Humeyni açısından hikmetten başka bir anlam taşımayan siyaseti toplumsal katmanlara yayarak halka mal eden devrimin süreğinde, hâlâ soruları, yani kalpleri olan insanların siyasete değinen sebeplerle kısıtlamalara maruz kalması insanın içinde buruk bir duygu uyandırıyor. Kaldı ki Penahi fırsat bulmuşken kahraman edasıyla bir Batı ülkesine iltica hesabı yapan bir yönetmen olmadığını da gösterdi.
Keşke İran'ın gündelik siyaseti Hölderlin'in Fransız Devrimi'nin ardından yaşadığı içe kapanışı, kırılmayı andıran geri çekilmelerin yerine sorumlu sanatçı vizyonunu teşvik eden bir devrimci duyarlığı tazeleyebilseydi, muhalif sorular üzerinden. Keşke Penahi sinemasını geniş ufuklara açmasını engelleyen umutsuzluğun bariyerlerini aşmaya götüren bir mesleki yolculuğu kesintisiz sürdürebilseydi! Belki o zaman "Daire" filminin çıkışsız kadınlarının birbirine dolaşan ayaklarının altına desenleri vitray pencereden yayılan ışıkları hatırlatan bir uçan halı açmayı başarabilirdi, Demavend dağlarının eteklerindeki yeşil bağlara götüren. Kimbilir...








                                     


1 Mart 2013 Cuma

Mohsen Namjoo - Gîs محسن نامجو - گیس




گیس  / gîs/  ( Peh ) : Saç, zülüf, uzun saç ....


یک روز به شیدایی
در زلف تو آویزم
خود را چو فرو ریزم
با خاش درآمیزم
وگرنه من همان خاکم که هستم
Bir gün deliye döndüğümde kendimi senin saçlarından asacağım 
kendimi astığımda toprakla karışacağım 
Ben topraktan başka bir şey değilim. 

یک روز سر زلف
بلوندت چینم بهر
دل مسکینم
اینم، جگرم
اینم، اینم
یک روز که باشم مست
لایعقل و طرد و سست
یک روز ارس گردم
اطراف تو را گردم
کشتی شوم جاری
از خاک برآرم تو
بر آب نشانم تو
دور از همه بیزاری
bir gün sarhoş olduğumda düşünemiyor ve düşmüşken 
bir gün aras dağı olacağım, senin etrafında döneceğim 
bir gün yüzen bir gemi gibi olacağım 
seni topraktan kazıyacağım 
bütün kötülüklerden uzakta suya bırakacağım 

دریای خزر گردم هی
خواهی تو اگر جونم
bana sorarsan eğer, 
hayatım.. 
hazar denizi olacağım 

محصول هنر گردم
خواهی تو اگر جونم
bana sorarsan eğer, 
hayatım.. 
sanat eseri olacağım 

یک روز بصر گردم
یک روز نظر گردم
پانصد سر سر در گم
ای وای ای وای ای واآآی
bir gün göz olacağım bir gün bakış
birbirine girmiş beşyüz adam 
eyvah.. eyvah.. eyvah.. 

حبل المتین گیست
جمعا به تو آویزیم
saçın bir ip gibi, hepimiz senin peşindeyiz.. 

لاتفرقوا و اعتصموا
لاتفرقوا و اعتصموا

ayrılığa düşmeyin, sarılın.
ayrılığa düşmeyin, sarılın.

و اعتصموا به حبل الله جمیعا و لا تفرقوا...
Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın.  (ali imran suresi 103


یک روز به شیدایی
در زلف تو آویزم
Bir gün çılgına döndüğümde kendimi saçlarından asacağım 

یک روز دو چشمم خیس
یک روز دلم چون گیس
آشفته و ریساریس
بردار دگر بردار
بردار به دارم زن
از روی پل فردیس
bir gün gözlerim yaşlı.. 
bir gün kalbim saçların gibi dağılmış ve paramparçayken 
al beni.. 
gel.. 
çabuk ol.. 
al beni ve fardis köprüsünde as.. 

...
دریای خزر گردم
خواهی تو اگر جونم
bana sorarsan eğer, 
canım.. 
hazar denizi olacağım 

صد سینه سپر گردم
خواهی تو اگر جونم
Eğer sen istersen, yüz gönüle siper olurum 

یک روز بصر گردم
یک روز نظر گردم
bir gün göz olacağım bir gün bakış

پانصد سر سر در گم
ای وای ای وای ای وای
birbirine girmiş beşyüz adam 
eyvah.. eyvah.. eyvah.. 

ای درد تو ام درمان
درد سر ناکامی
ای یاد توام مونس
در گوشه تنهایی
وی خاطره‌ات پونز
نوک تیز ته کف کفشم
این سندل رسوایی
این سندل رسوایی
sen benim acımsın ve yine sen hasta yatağımda dermanımsın 
tenha köşede yadıma düşensin 
hatıran ayakkabımın altında duran sivri bir iğne gibi 
bana sürekli seni hatırlatıyor 
rüsva eden ayakkabı.. rüsva eden ayakkabı.. 

گرگی تو و میشم من
جمعا به تو آویزیم
آب از تو سریشم من
جمعا به تو آویزیم
sen bir kurtsun, ben bir kuzu.. hepimiz senin peşindeyiz 
hepimiz sana tutunacak ve seni takip edenlerden olacağız 

اوگزاز و دیازپامی
جر زلفت آرامی
چون زلف تو نآرامم
رسوا و پریشم من
سشوار سشوار سشوار
sen uyuşturucu misali beni sakinleştiriyorsun 
saçların dışında dinginsin sen 
bense dingin değilim, saçların gibiyim 
dağılmış ve çılgınım.. 
saçlarını savuran rüzgar.. saçlarını savuran rüzgar.. saçlarını savuran rüzgar.. 

دریای خرز گردم
خواهی تو اگر جونم

صد سینه سپر گردم
خواهی تو اگر جونم
محصول هنر گردم
خواهی تو اگر جونم
یک روز بصر گردم
یک روز نظر گردم
پانصد سر سر در گم
ای وای ای وای ای وای ای وای














26 Şubat 2013 Salı

3 IDIOTS


3 IDIOTS / 3 APTAL










Dil: Hintçe/ İngilizce/ Urduca
Yapım: 2009 | Hindistan
Yönetmen: Rajkumar Hirani
Senaryo: Vidhu Vinod Chopra 
Başroller: Aamir Khan, Kareena Kapoor, Boman Irani


Hayattan bunalmışsanız, hiçbir işe yaramadığınızı düşünüyorsanız, size ilaç gibi gelecek bu filmi izlemenizi tavsiye ederim. Hele birde öğrenciyseniz ve bu kadar şeyi neden öğrendiğinizi bile anlamadan yıllarınız akıp gidiyorsa lütfen buyrun...
Yeteneklerin, hobilerin, zevklerin değil, diplomaların, kariyerlerin, iyi arabaların, şık kıyafetlerin kısacası etiketlerin konuştuğu bir dünyada yaşıyoruz maalesef. Ne kadar eleştirirsek eleştirelim bizde bu düzene ayak uydurmak için koşturup duruyoruz. En kötüsü de çoğumuz olmak istemediğimiz yerdeyiz ve tercihlerimizde bağımsız değiliz.  
işte filmin konusu da bu anlattıklarımın etrafında dönüp duruyor; daha ilk günden sisteme kafa tutan Rancho ve onun 2 arkadaşı arasında geçen eğlenceli bir hikayesi var. Süre biraz uzun ama emin olun hiç sıkılmadan izleyeceksiniz. 
Klasik Bollywood filmleri gibi içinde bir iki dans sahnesi yapmışlar ama onlarda çok keyifli. 




Özellikle bu sahneyi izlemelisiniz:) 


Filmin en eğlenceli bölümlerinden;






Bu filmi özellikle eğitimciler ve anne-baba adayları izlemeli!


İyi seyirler...

14 Şubat 2013 Perşembe

ANNE GİBİ میم مثل مادر


ANNE GİBİ 
میم مثل مادر 
M LIKE MOTHER 


Yapım: 2006 İRAN
TÜR: DRAM
YÖNETMEN: RASOOL MOLLAGHOLİ POOR
OYUNCULAR: GOLSHİFTEH FARAHANİ, FARİBA AMİRİ


Filmde işlenen konu aslında çok ciddi ve altı defalarca çizilmesi gereken bir konu; ”Kimyasal silahlar”. Ve bunların gölgesinde mutant doğan çocuklar. Özellikle Amerika'nın Irak çıkartmasında kullandığı kimyasal silahlar yüzünden Irakta resmen mutasyona uğramış yeni bir nesil türedi. Gözleri olmayan ya da çift başlı bebekler... Buna kim dur diyecek naraları atmayacağım, biliyorum ki insanlık var oldukça iki karış toprak bir masum bebekten her zaman daha kıymetli olacak. Bizse her zaman uzaktan seyredeceğimizi sanarak büyük bir yanılgı içinde olacağız. 
Gelelim filme; İran-Irak savaşında maruz kaldığı kimyasallar yüzünden sakat bir bebeğe hamile kalan Sepideh eşi tarafından kürtaja zorlanır. Yasal olmayan yollardan bebeğin hayatına son verme sahnelerinde Sepideh doğmamış oğluna yalvarır; "Oğlum vazgeç bu hayattan!" Said vazgeçmez hayattan, zihinleri ve bedenleri engelli bu insanlar vicdanı engelli insanlığa koca bir ders verir. 
Bu filmi kürtajı savunanların da izlemesini çok isterdim. Engelli çocuk sahibi annelere de moral olacağını düşünüyorum. O anneler öyle mübarekler ki bi bilseler... Ve tabii ki engelli kardeşlerimiz de ne kadar güçlü ve özel olduklarını bilmeliler. 
Başroldeki anne ve çocuğa bayıldım. Şarkı sözleri harika. Çocuk oyuncunun performansı alkışı hak eden cinsten. Annenin ilaçları alıp koştuğu sahnede arkada Saddam’ın yakalanma ve heykelinin devrilme sahnesi çok manidardı. Ve tabii ki o çocuklarla yapılan koro, piyanoda oturan genç çocuğun sesi…
Bu film hakkında söylenecek çok söz var, fırsat kaybetmeden izleyin derim…
Küçük bir not; toplum içinde ağlayamam derseniz bu filmi yalnız izleyin, izleyip de ağlamayan yoktur herhalde. 


Filmden kısa alıntılar;






    13 Şubat 2013 Çarşamba

    “PERSEPOLİS ANTİK KENTİ”


                    PERSEPOLİS: KRALLAR KENTİ
                                                                   تخت جمشید  
      پرسه پلیس 





    İnşasına M.Ö. 515’de Büyük Darius tarafından başlanılan Persepolis’in yapımı 150 yıllık bir zaman içinde tamamlanmıştır. Pers ülkesini simgelemekteydi ve aynı zamanda Ahameniş imparatorluk anlayışının yansımasıydı. Yönetim merkezi olarak rol oynuyor, büyük şenliklerde kullanılıyordu. Yeni gelen kral selefinin sarayında oturmaz, kendisi için yeni bir saray inşa ettirirdi. Bu sebeple tesisten çok sayıda saray yer almaktadır.
    İran hükümeti 1924 de Profesör E. Herzfeld’i Persepolis’de yeniden esaslı surette incelemeler yapmaya memur etmişti. Herzfeld’in raporu dört yıl sonra kitap halinde Berlin’de neşredilmiştir[1].

    Aşağıda tesisin arkeologlarından Erich F. Schmidt’in Persepolis adlı eserindeki planını görüyorsunuz[2].

    ,


    Bu plan doğrultusunda bu görkemli saray kompleksinden kısaca bahsetmek gerekirse; Şiraz kentinin 57 km. doğusunda bulunan Kuh-i Rahmet dağının eteklerinde, yerden 15 m kadar yükselen yapı yaklaşık 450x300 metre boyutlarındaydı. Hazine odasında bulunan yazıtlardan anlaşıldığı kadarı ile şehir birkaç aşamada kurulmuştu.

    Darius ilk önce zemini düzleştirdi ve seti planladı, daha sonra güneydoğuda hazine odası inşa edildi. Hazine odası, ganimetlerin ve Persler için dini bir kutlama olan, aynı zamanda kralın da yüceliğini perçinleyen Yeni Yıl Festivali’nde (Nevruz) gönderilen yıllık vergilerin depolanması için kullanılırdı.

    Hazine Odası 


     Kare biçimli kabul salonu apadana, hazine odasının kuzeybatısında idi. Salonun doğuya bakan basamaklarında, 23 heyetten insanı krala armağanlar verirken resmeden kabartmalar bulunur.
    Konuk elçiler üç sıra halinde tasvir edilmiştir. Her ülkenin elçileri bir selvi ağacı ile diğer ülkelerin elçilerinden ayrılmıştır.

    Hayat Ağacı 


     Her gruba bir kişi başkanlık etmektedir. Bir Pers veya Med muhafız da onlara rehberlik etmektedir.

    Muhafız

    Bu kabartmalarda her ülkenin kültürel önemi ve geçmişi göz önünde tutulmuştur. Örneğin Medler, Elamlar, Babilliler, Asurlar diğer ülkelere kıyasla daha üstün ve önemli olduklarından ön sıralarda gösterilmiştir. Persler ise kendi imparatorluklarının kurucuları olduklarından vergi vermekten muaf tutulmuş, bu nedenle de hediye getirenler arasında gösterilmişlerdir.
    Kuzey merdivenin orta kısmında üç levha bulunmaktadır. Bu levhalarda Pers, Babil ve Elam dillerinde yazılar vardır. Doğu merdivende de iki levha vardır. Güneydekinde Babil ve Elam, kuzeydekinde ise Persçe yazılar vardır. Yazıların her iki tarafında bir Pers bir de Med olmak üzere sekiz yüksek rütbeli subay yer almaktadır. Bu yazılar Kserkses zamanında yazılmış ve onun yaptığı işleri anlatmaktadır.
    Merdivenin sol korkuluğunda 23 sahne üç sıra halinde yer almaktadır. Üst sıra yedi sahneden oluşur ve şu ülkelerin temsilcileri yer almaktadır: Med, Suse, Harat, Harauvatis, Mısır, Part, Asagarta.
    Orta sırada altı sahne vardır. Her sahnede ayrı bir ülkenin elçileri gösterilmiştir: Ermenistan, Babil, Kilikia, Saka, Gandara,Suguda
    Alt sırada yer alan ülkeler: Suriye, Kappadokia, İyonia, Bactry, Hindistan, Trakya, Zaranka, Libya,Habaşistan .



     Ksenophon İÖ 4. Yy da şöyle yazar “Bütün halklar eğer Kyros’a topraklarının en güzel ürünlerini, en güzel hayvanlarını veya sanat eserlerini göndermezlerse gözden düşeceklerine inanırlardı.” [3]

    Apadana Sarayı yüksek sütunları, değişik biçimde hayvan başlı sütun başlıkları ve sayısız kabartmaları ile Persepolis’in başta gelen saraylarından birisidir. Etrafındaki teraslar ve odalarla birlikte 15000 metrekarelik bir alana yayılır.
    Toplam 72 tane olan avlu ve teras sütunlarından bugün sadece 13 tanesi ayaktadır. Diğer 69 sütunun bir kısmı Büyük İskender tarafından M.Ö. 331 yılında Persepolis yakıldığında tahrip edilmiş, bir kısmı da yaklaşık 2500 yıllık bir zaman içindeki doğal aşınma ve insanların tahribi neticesinde yıkılmışlardır. Geçtiğimiz yüzyılda bu 13 sütunun da bir kısmı çevredeki köylüler tarafından değirmen taşı yapmak için kesilip götürülmüştür.
    Apadana Sarayı


    Apadana sarayının rekonstrüksiyonu 
    Bayramlar ve yılbaşı törenleri bu sarayda yapılırdı, yabancı ülkeden gelen elçiler de kral tarafından bu sarayda kabul edilirdi.

    Duvarların iç tarafı motifli mozaikler veya fresklerle süslenmiştir. 1940 yılında yapılan kazılarda çok miktarda mozaik ve fresk örneklerine rastlanmıştır. Mozaikler üzerinde çivi yazısına çok sık rastlanmaktadır. Mozaiklerden biri üzerindeki on iki satırlık çivi yazısından Xerxes’in Tanrı Ahuramazda’dan kendisi ve ülkesini koruması için dilekte bulunduğu anlaşılmaktadır.
    Persepolis’in kuzey kısmında 1956 yılında yapılan kazılarda, üzerinde iki kartal başı bulunan büyük bir sütun başlığı çıkarılmıştır. Persler kartalın kudret ve zafer sembolü olduğuna inanırlardı. Bu inanca dayanarak bayrakları üzerine kartal motifi yapmışlardır.

    Çifte grifon başı
     Apadana bahçesinin kuzey-doğu köşesinde 1942 yılında yapılan kazılarda, aslan başlı büyük bir sütun başlığı bulunmuştur. Burada aslan hücum eder vaziyettedir. Ağız açık, dil dışarı sarkık, dişler de belirgin bir şekilde gösterilmiştir. Aynı özellikleri Hitit aslanlarında da görmekteyiz, bundan başka bir de boğa başlı sütun başlığı vardır[4].



    Üzerlerinde hayvan kabartmaları bulunan bu başlıklar Apadana’nın orta avlu ve balkonlarına aittir. Çünkü bu tür başlıklara Persepolis’in diğer yapılarında rastlanmamıştır.

    Tachara, I. Darius’un kendi sarayı için seçtiği isimdir ve kralın kışlık sarayıdır. Saray Persepolis’te yapılar için oluşturulan terasta inşa edilen ilk binaydı ve kralın ölümünden önce tamamlanmıştı. Resmi törenlerden çok seremonilerde kullanılıyordu. 1160 metrekarelik bir alanı kaplayan yapı kentteki en küçük saraydı. Tachara’nın üzerinde bulunan yazıta göre, buranın Büyük Darius tarafından yapıldığı yazmaktadır. Yazıtta; Darius, atalarının adlarını saydıktan sonra Ahura Mazda’yı övmekte, her şeyi ona borçlu olduğunu söylemekte, Ahura Mazda’nın lütfu ile hâkim olduğu memleketleri saymaktadır.

    Önde Tachara arkada Apadana

     Darius’un varisi 1. Kserkses, babasının yapım projelerinin bazılarını devam ettirirken yeni projeler de üstlendi. Apadanayı bitirdi ve güneyine, Darius’un Sarayı adı verilen küçük bir saray yaptırdı. Kserkses, kabul salonunun kuzeyine kendi adıyla da bilinen “Bütün Ulusların Kapısı”nı yaptırdı[5]. Kapının yüksekliği 11 metredir.

    Bütün Ulusların Kapısı 




    Batı yönünde bir çift boğa tarafından korunan kapıyı, doğuda sakallı insan şeklinde boğa (lamassu) figürleri bekler.




    Lamassu

     Doğu ve batı kapılarının alınlıklarında çivi yazısı ile yazılmış eski Persçe, Elamca ve Babil dilinde eşanlamlı üç yazıt vardır. Bu yazıtlardan avlunun Xerxes zamanında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Yazıtlarda Kserkses’in “Bu kapıyı ben yaptırdım ki büyün ülkeler ondan geçiyor.” ibaresi görülmektedir.
    Ön kapıda, kente yavaş ve etkileyici bir giriş sağlayan çift trabzanlı muazzam merdivenler vardır. Kserkses, bu sarayın iki katı büyüklüğünde, Kserkses Sarayı olarak bilinen ikinci bir yapı inşa ettirdi.

    Hadiş Sarayı




    Taht-ı Cemşid kabartmalarında kral birkaç vaziyette gösterilmiştir. Ya ateş mihrabı önünde dua eder vaziyettedir. Ya tahtında oturmakta veya yürümektedir. Yahut da bir aslan veya yarısı kartal yarısı aslan bir nevi ejder ile mücadele etmekte, onu hançerlemektedir. Büyük kralın, korkunç hayvanla mücadele ettiğini tasvir eden levhada hükümdarın, Ahura mazda tarafından yeryüzünde Ehrimen’in[6] zararlı mahlûklarıyla cenk etmek için gönderilmiş olduğunun ve onun yardımı ile bu mahlûklara galebe ettiğinin belirtilmek istenildiğinde şüphe yoktur[7].





    Kralı tahtta oturur bir halde tasvir eden kabartmada, başında krallığın alameti olan Kidaris bulunmaktadır. Bu, üst kısmı altından geniş bir taçtı. Medya usulündeki elbisesi kırmızı kandis olup ayaklarına kadar inmektedir. Arkasında ayakta duran köle, başının üzerinde sinek kovan bir yelpaze tutmaktadır. Bütün kabartmalar, yalnız o zamanki sanatı değil, saray hayatını da canlandırmaları bakımından çok önemlidirler[8].






    Kabartmaların kullanılması İÖ 1. Bin yılda sanatsal bir gelenek olarak Yeni Assur döneminde geliştirilmişti. Ancak Assur ve Ahameniş sanat geleneği arasında kritik bir fark vardı. Assur hükümdarları genelde halkını zapt ederken resmediliyor ve sunumlar çoğunlukla şiddet içeriyordu. Ahameniş kralları ise kendilerini halka iyilik eden ve onları koruyan hayırseverler olarak betimlemeyi seçmişlerdi. Çoğunlukla halkın huzura kabulü ya da kendilerine itaat edenlerin onlar için düzenlediği tören alaylarında tasvir edilmişlerdi[9].





    Yukarıdaki kabartmada kralın ziyaretçi kabul sahnesini görmekteyiz. Hükümdarın karşısındaki kişiler başlarını eğip elini öper şekilde gösterilmiş, bu kralın karşısında proskynese yapmak gerekliliğini kanıtlar. Bu bir anlamda hükümdarın otoritesinin tanınmasıdır.


    Krala bağlı ulusların sırtlarında tahtında oturan kralı taşımalarını gösteren kabartma.


    Alçak kabartmalarda hâkimiyet altındaki halklar kralın tahtını sırtlanmış, Susa’da ise I. Darius’un heykelini taşırken betimlenirler. Ancak büyük krala boyun eğmişlerse de bölücülük yaratılmadığı ve haraç verildiği sürece kral da onların kültürlerine, yerel âdet ve inançlarına saygılı davranırdı[10]
    Kserkses’in oğlu I. Artakserkses daha sonra kendi sarayını ve apanadadan sonra ikinci büyüklükte, 70x70 metre boyutlarındaki heybetli Yüz Sütun Salonu’nu inşa ettirdi[11]. Throne salonu olarak da bilinen bu yapı Persepolis’in en büyük yapısıydı. Bu yapı olasılıkla idari işlerin yürütüldüğü yerdi. Apadanadakinin aksine, sütunlar halkın ve imparatorluğun değil ordunun gücünü anlatıyordu.

    Tesiste yer alan bir diğer yapı ise bugün Persepolis müzesi olarak kullanılan Harem’dir. Harem hakkında günümüze ulaşmış fazla bilgi yoktur. Persepolis müzesinden birkaç görüntü:



    Bronz Trumpet. Önemli diplomatların şehre girişlerinde çalınırmış.





    Throne Salonu

    Persepolis harabelerinde bulunan yazıtlar; Asur,Elâm ve Pers dilleriyle ve çivi yazısı ile yazılmışlardı, bu yazıtlarda binayı yaptıran kralın adı ve Ahura Mazda’ya karşı minnettarlığı belirtilmiştir.

    Ahameniş kralları mezarlarını da bu resmi alana yaptırıyordu. Saraylardan biraz yukarıda, yamaçlarda son Ahameniş kralları II. Artarkserkses, III. Artarkserkses ve III. Darius’a ait mezarlıklar bulunur. Buradan 10 km kadar uzakta Nakş-ı Rüstem denilen ve bir yazıt sayesinde yalnızca I. Darius’un mezarının belirlenebildiği bir bölge daha vardır. Harici manzarası haç şeklindedir. Haçın yüksekliği 24,5 metredir. Büyük Darius ile diğer kralların bu mezarlarına yerli halkın Nakş-ı Rüstem demeleri burayı Firdevsî’nin Şehnâmesi’nde tasvir ettiği milli kahramana nisbet etmelerinden ileri gelmiştir. Nakş-ı Rüstem'de mezarlara ilaveten, mezarların alt kısmında, Sasani krallarına ait olan yedi adet devasa kaya oyması bulunur.















    Mezar üzerindeki kabartmalarda bir yükselti üzerinde duran kral ve Tanrı Ahura Mazda yer alıyor. Büyük Darius I, Nakş-ı Rüstem kitabesinde “Ahura mazda, yeryüzü nizamının bozulduğunu görünce onu bana havale etti. Ben de yeryüzüne nizam verdim” diyerek kuvvet ve kudretini Tanrıdan aldığını açıkça ifade etmektedir[12]. Ahameniş İmparatorluğunu teşkil eden memleketlerin temsilcileri olarak iki sıra halinde dizilmiş olan 28 insan, kralın bulunduğu tahtı alttan tutmaktadırlar.











































    Mezarların önünde, merdivenlerin çevrelediği, 12 metre yüksekliğindeki Zerdüşt (Yunanca Zoroaster) binası bulunuyor. Bu yapının Darius zamanından kalma bir ateş tapınağı olduğu
    sanılıyor[13].









    Persepolis’in inşasına katkıda bulunanlar, Persis’in kraliyet atölyelerinde ve hazine dairesinde çalışanlar, bunu, köleleştirilmiş savaş tutsakları olarak değil, tersine devlet tarafından çağrılmış ve ücretleri ödenen işgüçleri olarak yapıyorlardı[14]. Pers krallarının hizmetinde Yunanlı sanatkârların bulunduğu muhakkaktır. Pelin, Efesli Teléphanés’in Büyük Darius ve Kşayarşa için çalıştığını haber verir. Taht-ı Cemşid (Persepolis) kabartmalarında, Efes şehri tapınağındakilere benzeyen elbiseler görülmesi de bu haberi teyit ediyor. Sus’da bulunan büyük Darius’a ait kitabe de bu hususu ayrıca belirtmektedir[15].

    Ksenofon’dan öğrendiğimize göre Yunanlılar Ahameniş kralı sarayında ziynet eşyası olarak altından bir ağaç görmüşlerdir. Fakat bu sanat eserini takdir edecekleri yerde onu, güneşin ziyasına karşı bir leyleği bile koruyacak gölgesi olmadığı gibi sözlerle alay mevzuu yapmışlardır[16].

    Persepolis’i İskender’in çevresinden Diodor şöyle anlatır: “Persepolis, Pers Krallığının ‘anakent’i idi. İskender onu, Asya’nın bütün kentleri içinde en nefret edilen kent olarak Makedonyalılara anlattı ve saraylar dışında, yağma için askerlerine bıraktı. Güneşin altındaki en zengin kenti ve özel evler, zamanın akışı içinde her türlü konforla donatılmıştı. İç kale hayranlığa değerdi ve üç katlı bir duvar çemberiyle çevrelenmişti… Taraçanın üzerinde, serpiştirilmiş bir şekilde, büyük bir lüksle donanmış olarak krallık konutları ve komutanların konutları ve değerli şeylerin korunması için uygun bir şekilde donatılmış olarak hazine dairesi bulunmaktaydı.[17]” 
    Yine bir tarihçi olan Plutarch, MÖ 330’da Persepolisi fetheden Büyük İskender’in, ele geçirdiği hazineleri 10 bin katır ve 5 bin deveye taşıttığını söyler. Fakat yakması ile ilgili bir açıklaması yoktur[18].

    Ahameniş İmparatorluğunun yıkılışı ve bu görkemli şehrin yanması ile ilgili farklı görüşler vardır. Bunlardan en yaygın olanı Makedonyalı Büyük İskender’in III. Darius’u mağlup ettikten sonra önce Babil’i alması ardından İran içlerine yönelip Persepolis’te I. Kserkses’in sarayını törenle yaktığıdır. Bunun amacı Kserkses’in Yunanistan’da yaptıklarına misilleme idi[19]. Çünkü Kserkses Akrapolis’i yağmalamıştı. Diğer bir iddianın kaynağı ise, İskender’den çok sonra yaşamış olan Firdevsî’inin kaleme aldığı İran Milli Destanı kabul edilen Şehname’dir. Firdevsî İskender’i Pers imparatorluğunun varisi ilan ederken İskender’in de annesinin Pers olduğunu söyler. Pers İmparatorluğunun varisi olduğu iddiasını destekleyen görüşler fazladır, zira İskender davranışlarıyla adeta bir Doğu despotuna dönüşmüş, Pers hükümdarları gibi davranarak Pers geleneklerini benimsemeye başlamıştı.



    Büyük İskender'in şehri yakışının temsili

    Büyük İskender- İstanbul Arkeoloji Müzesi

    Sonuç olarak bu şehir İskender tarafından yakılmış mıdır bilinmez ama yandığı bir gerçektir, çünkü bu alanda çalışma yapan arkeologlar elde ettikleri bulgular doğrultusunda bu karara varmışlardır.

    Persepolis, İslam devriminden sonra, temsil ettiği köhnemiş değerler nedeni ile mollalar tarafından yıkılmak istendi ancak dönemin Fars eyaleti valisi halkı toplayarak bu yıkıma engel oldu. Persepolis bugün İran’ın en çok ziyaret edilen turistik bölgesidir. Eski kentin yıkıntıları Pers imparatorluğunun görkemini simgeliyor.



    Apadana merdivenlerinde Perslerle Medler el ele










    Krala hediye sunan bir Ermeni


























     (Pehlevice : Ohrmazd, Farsçaاهورا مزدا „Bilginin Efendisi“)
                          Başının üzerinde; İyi düşün, Sağda;İyi Konuş, Solda ise İyi Davran yazmaktadır.



















        Dareikos denilen bir para birimi darp etmişlerdir. Herodot’un anlattığına göre, Persler vergi geliri olarak diğer halklardan aldıkları paraları eritip tekrar para olarak basıyorlardı.






    Ernst Emil Herzfeld 






















    [1] E. Herzfeld, Rappord sur l’état actuel des ruines de Persepolis, Berlin 1928
    [2] (Schmidt)
     [3] (Casabonne)
     [4] (Nazlou)
     [5] (Toteva)
     [6] Ehrimen, Zerdüştlük inanışında, kötülük ve karanlıkları temsil eder.
     [7] (GÜNALTAY)
     [8] (GÜNALTAY)

     [9] (Toteva)

     [10] (Casabonne)
     [11] (Toteva)
    [12] (Günaltay) 
    [13] [Milliyet)
    [14] (Wiesehöfer)
    [15] (GÜNALTAY)
    [16] Ksenophon, Helleniques, İ, VII, 38.
    [17] (Wiesehöfer)
    [18] (Milliyet)
    [19] (http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Aleksandros)




    Kaynakça


    Casabonne, O. «Akamenid İmparatorluğu-Büyük Kral ve Persler.» ArkeoAtlas 6, (2007): 20-35.
    GÜNALTAY, Ord. Prof. M. Şemseddin. İRAN TARİHİ I.CİLT EN ESKİ ÇAĞLARDAN İSKENDER'İN ASYA SEFERİNE KADAR . ANKARA: TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI , 1987 .
    http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Aleksandros.
    Milliyet. Dünyanın Bütün Harikaları. 2000. sy:80-81.
    Nazlou, Kourush Hormoz. «"Persepolis Apadan Sarayı" Tez.» İst. Ün. Ed. Fak. Klasik Arkeoloji Bölümü, 1978.
    Schmidt, Erich F. Persepolis 1- Structures-Reliefs-Inscriptions . The University Chicago Press
    TANYU, Prof. Dr. Hikmet. Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler 1. Kitap. Yağmur Yayınları , 1976. sy: 94-95 .
    Toteva, Galya D. «Pers Kentleri ve Sanatı-On Binlerin Düşü.» Arkeoatlas 6 (2007): 36-53.
    Wiesehöfer, Josef. Antik Pers Tarihi . Telos Yayınları , 2003.