25 Nisan 2013 Perşembe

İNEK / گاو / GAAV


Yapım: 1969 | İran
Yönetmen: Dariush Mehrjui
Senaryo: Dariush Mehrjui 
Başroller: Ezzatolah Entezami, Ali Nassirian, Jamshid Mashayekhi

Pehlevi rejimine açıkça eleştiri getiren Dariush Mehrcuyi’nin İnek filmi Şah’ın damadının başında bulunduğu Kültür ve Sanat Bakanlığı tarafından yasaklandı, ancak iki yıl sonra filmin jeneriğine hikâyenin 50 yıl önce, yani Pehlevi rejiminden çok önce geçtiğini gösteren bir ibarenin eklenmesiyle gösterim izni alınabildi. 








Filmin hikâyesi ve senaryosu psikolog Gulam Huseyin Saidi’ye aittir. Köydeki tek ineğin sahibi olan Meşhedi Hasan’ın adeta canından çok sevdiği ineği, Hasan’ın köyde olmadığı bir dönemde hastalanır ve köylü tarafından kesilip, gömülür. Hasan’ı üzmek istemeyen köylüler Hasan’a ineğin kaçtığını söylerler, fakat Hasan gerçeği anlar ve kendisini ahıra kapatır ve inek gibi yaşamaya başlar.




Bu film, bir inek ile sahibi arasındaki çizginin pek de kalın olmadığını, insanın derinliklerinde tartışmasız hayvansı bir doğaya sahip olduğunu açığa çıkarmıştı. Venedik film festivalinden gelen büyük ödül de, bu çalışmanın olağanüstülüğünü perçinleyen bir başka faktördü[1]. Avrupa gazetelerinde, “İnek filmi ve Mehrcuyi, Venedik Film Festivali’nin bu yılki en büyük keşfidir.”, “Mehrcuyi, yeni bir Passolini’dir.” gibi yorumlarla İran Sineması dikkat çekti. Mehrcui’nin Postacı (Postçi, 1972) filmi de 1972’de Cannes’da yer aldı[2].


Gav filmi imam Humeyni tarafından da çok beğenilip devrimden sonra gösterime koyulur. Ali Şeriati ise alinasyonu[3] ve insanın modernizm karşısında yabancılaşmasını anlatırken bu filme atıfta bulunur. Şeriati, bu film için; “İran’da üre­tilen en insanî film, bu inek filmidir[4] der, ne var ki o dönemler sansüre uğrar[5].




Humeyni'nin film hakkında görüşleri. 


Bana göre filmin en etkileyici sahnesi yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kare. Meşhasan'ın üzüntüsü çok gerçekçi idi.


Hasan ile İslam'ın isimlerinin başına gelen Meş eki nedir diye merak ediyorsanız küçük bir not; Meşhed'deki İmam Rıza türbesini ziyaret eden bir Şii, geleneklere göre artık yarım hacı sayılır ve ismine bu ünvan eklenir. 

Filmin yönetmeni; Dariush Mehrjui...




[1] Fatin Kanat, İran Sinemasında Kadın, Dipnot Yayınları 2007, s:31
[2] [2] Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf
[3] Alinasyon, âline [aliéner] kökünden gelmekte olup insana cinin hulul etmesi [girmesi] anlamına gel­mektedir. İşte bu anlamda, eskiden, deliren biri için, “kendinden uzaklaştı, kendini tanımıyor, aklını yitirmiş, kendinde değil, bir başkası oldu” derlerdi. Yani diva­ne ve mecnun olmuş; cin [div] ona hulul etmiş [aline ol­muş] ve aklını, duygusunu ve kişiliğini yiyerek onun insanî kimliğinin ve bireysel kişiliğinin yerine geçmiştir; o kendisini duymamaktadır, cini kendisi sanmaktadır. [ Ali Şeriati, İSLAM BİLİM; DERS-8 ]
[4] (Şeriati, 2011)

BEYAZ BALON / بادکنک سفید / BADKONAK E SEFİD 1995




Yapım: 1995 | İran
Yönetmen: Jafar Panahi
Senaryo: Abbas Kiarostami 

Filmin senaryosu balık almak isteyen bir kızla alakalı iken adı neden Beyaz Balon olmuş diye merak ettiğim, izleyince taşların yerine oturduğu film. 

Cafer Panahi'nin ilk uzun metrajlı filmi olmasının yanısıra senaryosu Kiyarüstemi'ye ait. Panahi, uzun zaman Kiyarüstemi'nin yanında tabiri caizse çıraklık yapmış bir isimdir. 

Filme geçmeden önce Cafer Panahi'nin şuanki durumundan bahsetmeliyim, zira kendisi rejim karşıtı film yapmak ve yine rejim karşıtı kişilerle ilişkide bulunmak suçundan 20 yıl film yapması yasaklanmış ve hapis cezası almıştı. Yaptığı açlık grevi ile dünya gündemine oturmuştu. Bildiğim kadarıyla hala İran'da, kendisi İran'da kalıp mücadele etmek istiyor. Zaten yurt dışına çıkma yasağı var ve bu yüzden Cannes Film Festivali'ne katılamadı. Alttaki fotoğraf son zamanlarda Abbas Kiyarüstemi ile birlikte çalışan  Juliette Binoche'nin Cannes'taki protestosundan bir kare. 






Gelelim filme; simgeler üzerine kurulmuş bir film, zaten İran'ın sansürleri karşısında başka nasıl film yapılabilir ki?

Yönetmen İran'da yabancılara bakışı bir çocuk gözüyle irdeliyor aslında ve Nevruz gününde bir kız çocuğunun gözünden İran sokaklarını ve fakir yaşantısını  bizlere sunuyor. Abi karakteri  ile bizlere Doğu'da erken yaşta büyümek zorunda kalan erkek çocuklarını, terzi ile suçu hep başkasında arayan ve bahaneleri bitmeyen İran'ı anlatıyor bana göre. 




En son baloncu çocuğun bir nevruz gününde elinde kalan son beyaz balonu ile kepengi kapalı bir dükkanın önündeki görüntüsüyle bize veda eden bir yapıt. Belli ki burada da siyasi bir mesaj var ama bunun okumasını yapmak biraz tarih bilgisi gerektiriyor. Burada herkes çocuğu Afgan zannetmiş, çocuğun Tacik olduğunu savunanlarda var. 


Burada sözü Cihan Aktaş'a vermeliyim, "Dünya Bülteni" nde güzel bir yazı kaleme almış, paylaşmakta fayda var. İyi okumalar... 


Cafer Penahi ve siyaset
İranlı yönetmen Cafer Penahi, altı yıl hapse mahkum edildi. Bana hapis cezasından daha dikkat çekici gelen, sanatçının yirmi yıl boyunca sinema çalışmalarından mahrum bırakılması hükmü oldu. Bir sanatçının üretimden alıkonulmasından daha ağır bir ceza olur mu...
Penahi, sinemasıyla siyasal tavrını ayırt etmeyen bir yönetmen. Esasında bir devrimin ardından gelişen İran sinemasının yeni kuşak yönetmenlerinden beklentilerine aykırı düşmeyen bir sinema anlayışı bu. Yeni İran sineması toplumsal duyarlığa sahip olacak, bununla birlikte kaba bir propaganda aracı olarak da şekillenmeyecekti. Kısacası sinemacılardan mesailerini Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi resmi ideolojinin hizmetine adamaları beklenmeyecekti. Hakikat arayışı, insanın özündeki iyiliği açığa çıkartan keşifler, estetik ve mükemmellik arayışı... Bu başlangıç ilkelerinin yeni İran sinemasını özgün kılan etkilerinden kimse şüphe duyamaz. Şimdi anlaşılmaz görünen, sanatçının siyasete ilgisinin niceliğini belirleyen kıstaslardır. Bir filminin sahnesinden türlü yorumlar okunarak suçlanacak olan yönetmen, sembolik anlatımlara ve çocuksu dilin imkânlarına sığınmaya devam mı edecek...
Birkaç yıldır ülkelerinde temsil ya da katılım, fikirlerin beyanı gibi konularda sıkıntı yaşayan İranlı yönetmenler, eleştirilerini bazen Daryuş Mehrcuyi ve Behmen Fermanara gibi kısmen metaforik, bazen de Rahşan Beni İtimat ve Penahi gibi filmlerinin gişede gösterime sokulmaması pahasına apaçık bir şekilde ifade ediyorlar. Ya da Asgâr Ferhadi'yle Ali Refei misali gişe kaygısıyla Hollywood sinemasından uyarlama, Kubrick ve Haneke etkisini belli eden seri cinayet ve psikolojik gerilim filmleri yapıyorlar.
Son yıllarda siyasallaşmış yönetmenler arasında ismi en çok geçen yönetmen, sanırım Cafer Penahi'dir.
Sinema anlayışına yakınlık duymasam da takip etmeye çalıştığım bir yönetmen, Penahi. Onun sinema dili, yeni İran sineması idealiyle bazen örtüşür, zaman zaman da ayrışır.
Hayal Perdesi dergisinin Eylül sayısında yer alan "Mutsuz Filmler" dosyası için yazdığım "Yüzlerce Gizli Dünyadan Bazıları" başlıklı yazıda da irdelemiştim, Penahi sinemasının bu aradalığını.
Penahi, İran sinemasının "İslami" duyarlıkla buluşmayan sol-liberal eğilimli çizgisinin süreğinde değerlendirilebilecek bir yönetmen. Yeni sinemaya ayrıcalık kazandıran kimi nitelikleri onun filmlerinde de görmek mümkün. Hayatın ince ayrıntıları, çocuk bakışının derinliği, tabiattan öğrenme, sıradan insanın hayatındaki sürprizler... Bunlara karşılık pek çok İranlı sinemacının filmlerinde karşınıza çıkabilecek geleneksel sürekliliği veya geleneğin sunduğu imkânları hatırlatan figür ve temalara pek rastlanmaz onun filmlerinde. Pek çok yönetmenin sinemasında bir şekilde beliren - vitray pencere gibi- geleneksel hayatların derinliğine göndermede bulunurken geleceğe de umut ışıklarını ilettiği hissini veren figürler, Penahi'nin filmlerinde özellikle yer almazlar.
Yukarıda belirttiğim gibi Penahi yeni kuşak sinemacılar içinde en fazla politize olan yönetmen. 12 Haziran 2009 seçimlerinden sonra reformistlere yönelik baskıları konu alan faaliyetleri nedeniyle bir ara tutuklandı ve yüksek bir kefaletle serbest bırakıldı. Ülkesindeki siyasal atmosferle ilgili sıkıntıları sinemasına da yansıyor ve Penahi, mesela "Kanlı Altın" (2003) filminde bir savaş gazisini öncelikle ister istemez toplum ve devlet tarafından yeterince desteklenmediği için karanlık işlere tevessül eden bir tip olarak resmetmeyi yeğliyor.
Bana pesimist bir yönetmen olarak görünen Penahi'nin ufkunda insanlar çare arayışına izin vermeyen bir kısır döngünün mahkûmu olarak dolaşırlar ortalıkta ya da kapana kısılmış olmanın çaresizliğini, umutsuzluğunu sergilerler; yönetmenin "Beyaz Balon" gibi, İran sinemasının çocuk merkezli filmleri çerçevesinde yer alan iyimser filmi bir yana... "Daire" filminin kadın kahramanları, Nevval el-Saadavi'nin "Sıfır Noktasındaki Kadın"ının kahramanı gibi, kurtuluş için ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, toplumun vurduğu damgaya kanunların engelleri de eklendiğinde, başladıkları noktaya geri dönerler; kurtuluş için sürdürdükleri zorlu koşunun ardından.
Penahi sineması yeni İran sineması içinde yine de kendine bir yer buluyor; ne de olsa İran sineması, geçen yıllar içinde farklı bakış açılarını hazmedebilecek bir yapıya sahip olduğunu göstermiştir. Buna karşılık Mina Ekberi'nin Şark Gazetesi'ndeki yazısında altını çizdiği gibi, dünyanın en siyasi sineması giderek siyasi filmlerden yoksunlaşıyor. (20 Kasım 2010)
İranlı yönetmenler siyasetle ilgilenme konusunda hep yüreklendirilmiş ve özellikle Hatemi hükümetleri döneminde, siyaseti belirleyen, siyasette söz hakkına sahip olduklarına da inançlarını yansıtan filmler yapmışlardır. Siyasetle bunca iç içe yönetmenlerin filmleri kaçınılmaz olarak bir yanıyla (ve çok doğal ifadelerle) siyasete dokunur. Giderek "sanat için sanat" görüşünü benimsediği ileri sürülebilecek Mahmelbaf filmlerinde dahi siyaset, filmin dokularına sızmış olarak varlığını sürdürmez mi...
Ayetullah Humeyni açısından hikmetten başka bir anlam taşımayan siyaseti toplumsal katmanlara yayarak halka mal eden devrimin süreğinde, hâlâ soruları, yani kalpleri olan insanların siyasete değinen sebeplerle kısıtlamalara maruz kalması insanın içinde buruk bir duygu uyandırıyor. Kaldı ki Penahi fırsat bulmuşken kahraman edasıyla bir Batı ülkesine iltica hesabı yapan bir yönetmen olmadığını da gösterdi.
Keşke İran'ın gündelik siyaseti Hölderlin'in Fransız Devrimi'nin ardından yaşadığı içe kapanışı, kırılmayı andıran geri çekilmelerin yerine sorumlu sanatçı vizyonunu teşvik eden bir devrimci duyarlığı tazeleyebilseydi, muhalif sorular üzerinden. Keşke Penahi sinemasını geniş ufuklara açmasını engelleyen umutsuzluğun bariyerlerini aşmaya götüren bir mesleki yolculuğu kesintisiz sürdürebilseydi! Belki o zaman "Daire" filminin çıkışsız kadınlarının birbirine dolaşan ayaklarının altına desenleri vitray pencereden yayılan ışıkları hatırlatan bir uçan halı açmayı başarabilirdi, Demavend dağlarının eteklerindeki yeşil bağlara götüren. Kimbilir...